Back To Top

Ocak 2, 2019

Herkesin ki Başka, Habercinin Mobbingi Başka

Yeni bir kavram girdi hayatımıza son yıllarda, en havalı konuşmaların yapıldığı, söylendiği zaman ortamdakiler tarafından ilgi gören, hani her konuşmanın arasına sıkıştırılan iki tane yabancı kelime ile kültür birikiminde çıtayı bir üst seviyeye taşıdığına inanılan o ortamlarda edilen kelimeler… İşte en bildik olanı mobbing… Kavram aslında iş yaşamında maddî ve manevî çok büyük zarara yol açan duygusal taciz, yakın geçmişte başlı başına bir olgu olarak tanımlanmış. Psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamında kullanılıyor. Türk Dil Kurumu ise bunu “Bezdiri” olarak belirlemiş. Kısacası bezdirme işinin kendisi. Başka bir ifadeyle yıldırma politikası. Dünya yeni tanışmış olsa da biz ortadoğulular, yıllarca bu politikaları ciğerine kadar bilen, yaşayan bir toplumun içinde var olmuşuz. Ülkeler arasında kalmışlığın, nereye ait olduğunu bilememenin verdiği savrulmuşlukla yaşamışız. Rüzgarın önüne kattığı bir yaprak misali. Dışlanmışlığı, yıpranmışlığı, bezdirilmeyi iyi biliriz yani…

Ha, iş hayatına gelecek olursak, bunu önceden beri psikolojik olarak yaşayan birileri var hayatımızda; Haberciler. Duygusal taciz deseniz onlarda, bezmişlik deseniz onlarda… Yıldırma politikalarını dibine kadar yaşamak da! Neresinden tutarsanız tutun, belki tam karşılığı mobbing değil ama, sürece yayılmış bir mesleki mobbing onlarınki kesinlikle. Bir yönetici tarafından yapılmış olsun ya da olmasın, içinde bulundukları yaşam savaşı ve mesleki mücadelenin yarattığı durum kesinlikle mesleki mobbing! Nasıl mı?

En basit haliyle olanı olduğu gibi aktaran kişi olan haberciler, herkesten önce karşılaştıkları ölüm, savaş, çatışma, şehit cenazesi, tecavüze uğrayan çocuklar, dramları içeren haberleri henüz sindirememişken içlerine, “hızlılık” ilkesi gereği haberi oluşturup toplumla paylaşırlar. Henüz sindirememişken cümlesinin karşılığı şu; vatandaşlar olayı okuyup ya da görüp hüzne boğulurken, haberci bir sonraki dramla karşı karşıyadır. Arkası hiç bitmeyen psikolojik dalgalar, adeta sarmalar. Kimisini yayınlamama kararı alır, kimisini ise toplumsal infiale neden olmamak için sansürler. (Sansürden kasıt, ya olayın detayını derinlemesine vermez ya da kişileri gizler) oysa tüm gerçeği kendisi bilir, hazmetmek için günlerce savaş verir.

Başka bir yerdeki haberci, çatışmanın ortasında kalarak hayatta kalma mücadelesi verir. Ölüm ile yaşam arasındaki o incecik çizgide, evini düşünür, yeni doğmuş bebeğini düşünür, evinin geçimini düşünür, annesini, babasını…. Hayatta kalmayı başarabilirse şayet, haberini nasıl öreceğini düşünür bir de… Her şey normalleştiğinde, bu mesleki mobbingden nasıl kurtulacağı aklına bile gelmez, çünkü toplumun gözü kulağı olma şerefine nail olmuştur bir kere.

Masa başında, klavye şövalyelerine, taklacı muhabirlere inat, olayın tam da göbeğinde olan haberciler, kendilerini bekleyen tüm bu duygusal çöküntülerden bi’haber; sıradaki maceraya atılmışlardır bile…

İş biter, haber gazetede ya da ekrandadır, rahat etmesi gerekirken, gördükleri, duydukları, anlattıkları gelir aklına habercinin. En nihayetinde insan olmasının gereği, kalbini bir cenderenin içinde tutan vicdanı sızlar, içindeki o kara deliği açıklayamaz ne kendine, ne kimseye. Tecavüzcüsüyle zorla evlendirilen o küçücük kızla yaptığı röportaj sonrasında kendi kızını düşünür önce ya da savaştan kaçıp gelmiş mültecilerle geçirdiği birkaç günden sonra kendi insanlığından utanır bir an. Habercidir en nihayetinde, olanı olduğu gibi vermelidir; ama insandır her şeyden önce… Peki bir haberci mesleki mobbing karşısında neler yapabilir? “üzülmesin canım, işini yapsın geçsin”, “görmezden gelsin”, “kafasını çevirsin”, psikoloğa gitsin”, “kendini işine versin, kafası dağılsın” …

O bildiğimiz mobbingden kurtulmanın iki yolu var; ya istifa edersin iş yerinden gidersin ya da mahkemeye… Ancak habercilerin mesleki mobbingden kurtulmaları için insanlıklarından ve vicdanlarından istifa etmeleri gerekir. Asıl mesai bu noktada başlıyor bana göre.

Peki ya, mesleki mobbing, duygusal çöküntüler derken atladığımız bir şey yok mu? Çalışma koşulları… Bitmeyen mesailer, arkası tükenmeyen haberler, çekilmesi gereken görüntüler, en soğukta ve en sıcakta saatlerce beklemek durumunda oldukları haberler, en hızlı ben vereceğim telaşı içinde unutulan yemekler, aile toplantıları, veli toplantıları, doğum günü organizasyonları…

Hadi bunları da geçtim, tüm bunlara rağmen hala ayakta dimdik durabilen bir haberciye, geçimini sağlayabilecek maaşı bile ödemek istemeyen iş verenler. Habercinin mobbingi kendine has, kendine münhasır. Zira, ne başka yerde var ne başka meslekte. Sağlı sollu geliyorlar derler ya, aynen öyle!

 

Ayşen Çatak Yalman

Prev Post

Habercilerin gözünden 15 Temmuz belgeseli

Next Post

Benim aşkım 1985 yılının sonlarına doğru başladı

post-bars