Back To Top

Ocak 2, 2019

Bir Haber Kameramanının Eşi Olmak

Hayatımızın en zor günlerini yaşıyorduk; oğlumuz kırkını henüz çıkarmıştı… Küçücük bedenine giren ağrılar sarmadan önce her yerini… onun ızdırabıyla yanıp kavruluyordum adeta… lohusaydım, ben henüz kendime gelememiştim; bu minicik beden ne yapsın! Birbirimize bakıyorduk; acılarını nasıl dindiririm diye düşünüyordum… Sonrası malum… doktorlar, muayeneler… Derken ameliyathanenin kapısının önünde bulduk kendimizi… konuşmuyoruz; konuşamıyoruz… bebeğimiz henüz 1,5 ayını yeni doldurmuş, koskoca ameliyatla nasıl başa çıkacak. Aklımızda sorular, hüzün sarmış her yerimizi. Konuşsak, tek kelime etsek hıçkırıklara boğulacağız… saatler sonra her şey ve hayatımız normale dönüyor; her şey geçiyor…. Bir başka gün; ateşler içinde yatıyor yavrumuz; hastaneye götürmek lazım, gece evdeyiz… yine yalnızız; gecenin o saatinde arabaya atlayıp götürsem arka koltukta yanında kim oturacak, başını kim tutacak… neyse ki en yakın arkadaşımızla aynı apartmanda oturuyoruz, rica ediyorum gecenin o vakti, götürüyoruz… her bebek gibi üşütmüş; büyütülecek bir şey yok! Tabii anne olarak en doğal hakkım endişelenmek! Güzel bir gün; emekliyor Toprak, sonra yürüyor, konuşmaya başlıyor, şarkı söylüyor, banyoda saçlarını kurutuyor, lunaparkta atlı karıncaya biniyor, ayakkabılarını bağlamaya çalışıyor, yemeğini kendisi yiyor, bisiklete biniyor, ….. ama hep yalnızız… ben elimde telefon; ha bire fotoğrafını ve videosunu çekip çekip gönderiyorum…
Kimi zaman oğlumla çıktığım baş başa tatillerin, gittiğim gezilerin, okul toplantılarının, arkadaş toplantılarının hayıflanması kadar olmuyor, en özel anlarda bile; en ihtiyacınız olan anlarda bile yalnız olmak, yalnız kalmak… Mesela günlerce, haftalarca uğraşıp da organize ettiğiniz bir doğum günü partisinin son dakika seyahatiyle iptal olması da hoş olmuyor tabii de; daha da fenası hastalıkta, sağlıkta, iyi günde kötü günde söz verdiğiniz kişinin hep “iş” te olması ve her an “işe gidebilecek” olması fikrine alışmak, tahammül etmek, kaldırmak biraz zor oluyor… Hele ki dört gözle beklediğimiz, yarısı uyumakla, yarısı dinlenmekle, yarısı da kişisel işlerinizle geçen izin gününde, o sadece 1 günlük tatilde; çocuğunuzun uyanıp da “babam işe gidecek değil mi anne” sorusu karşısında “hayır oğlum bugün tatil” cümlesi akabinde bir sebeple iptal olması… ah o izin günü yok mu; o izin günü! Ben bir anneyim, bir gazeteciyim ve bir gazeteci eşiyim… Habercilik işine işlemiş, tüm hücrelerine kadar nüfus etmiş bir “haber kameramanının” eşiyim… Geceleri telefonunun sesini kısmayan, kısamayan ve bu sebeple yüzlerce kez bebeği uykusundan ağlayarak uyanan bir haberci babanın eşiyim. Bitmeyen mesailer, gelmeyen tatiller, gidilemeyen yemekler, arkadaş ve aile toplantılarının yanında; katılımın mecburi olduğu davetlere hep tek başına giden bir eşim; eşi haber peşinde koşarken! Çocuğunun büyüdüğünü telefonuna gelen mesajlarla ve görüntülerle şahit olan, “hep iş hep iş hep iş” serzenişi, yüzlerce kez yüzüne vurulmuş olan; hep, herkesi, ailesini, çocuğunu ihmal etmekle suçlanan bir habercinin eşiyim; belki de suçlayan! Çünkü hayatın getirdiği tüm sorumluluklarda yalnız kalmanın, tek başına karar verecek olmanın verdiği ağırlıkla boğuşan bir anneyim; eşim! Sürekli düşünen, kafası patlayıncaya kadar düşünen, üreten, harekete geçen ve geçiren, hayatta bir amacı olduğunu bilerek yaşayan; işi, gücü, gecesi, gündüzü, dünü, yarını haber olmuş bir kameramanın eşiyim!

Yazının başında da belirttiğim gibi, yavrusu ameliyat olurken bile tarihleri doktora göre değil de işine göre ayarlamaya çalışan; haber kameramanı refleksiyle davranan; doğum günü için yapılan tüm organizasyonlara iş seyahatleri sebebiyle katılamayan bir habercinin eşiyim! “Neden hastaneye gitmiyorsun, yeter artık bir doktora görün” cümlesi sonrasında sağlığı için endişelenen eşine “bugün değil” diyerek karşılık verecek kadar işine aşık olan bir habercinin eşiyim! “Aldığın maaş, verdiğin hizmete değiyor mu, hayatın, hayatımız, yaşımız bu koşturmaca içerisinde geçip gidiyor” serzenişlerine maruz kalan bir babanın, bir habercinin eşiyim! Yazın kavurucu sıcağında içerde klima altında oturup da, keyfi gelince çıkıp iki satır gazetecilere açıklama yapacak diye kapının önünde saatlerce bekleyen; gece gelişen son dakika gelişmesi ile birlikte hiç kimsenin aramasını beklemeden, bir yandan her an arayabilirler diye üzerini değiştirip öyle bekleyen, bir yandan da “kapıyı sıkıca kilitle, bu gece gelemeyebilirim” tembihleriyle eşine biraz mahcup, biraz tedirgin yaklaşan bir habercinin eşiyim! Kışın eksi bilmem kaçlarda, dondurucu soğuklarda bizler masa başında işlerimizi hallederken, 10 dakika bile duramadığımız o hava ısısında; saatlerce; ne saati neredeyse bütün gün boyunca tek kare görüntü çekebilmek için; ofise döndüğünde “onlarda var, bizde niye yok” söylenmelerine maruz kalmamak, her şeyden öte böyle bir davranışı zaten kendine yakıştırmayan sorumluluk bilincini dibine kadar yaşayan bir habercinin eşiyim! Zor; çok zor….

Hem her şeyin içinde var olup, hem de olamamak… Tüm haber kameramanı eşleri gibi, ben de bu rüzgarın savurduğu yerdeyim… Akıp giden bir akarsuya benzetiyorum; akıyor gidiyor zaman; bizler de eşlerimizle birlikte akıntıda kürek çekiyoruz, kimimiz yukarı, kimimiz aşağı…. gittiğimiz yer ise hep aynı! Haber kameramanı eşi olmaktan daha zor olanı ise haber kameramanı olmak… hayatın her anına tanıklık eden isimsiz kahramanlar… fiziki olarak yorulan, yıpranan; manevi olarak hep bir şeylere yarım kalan… aklı kalan… uzakta olan…

Ayşen Çatak Yalman HaberTürk TV Haber Kameramanı Ümit Yalman’ın Eşi

Prev Post

Haberleşmenin Gözü Kulağı Biziz

Next Post

Haber Kameramanları Derneği Başkanı Polatel Güven Tazeledi

post-bars